1990’lı yıllarda
Elena Goliakova’nın adı Avrupa spor göklerinde parlıyordu.
Genç ve narin yüzlü bir Rus’tu o; buzun üzerinde bir kelebeğin hafifliğiyle, bir kuğunun zarafetiyle süzülürken, gücüyle inceliğini birleştiren hareketleriyle seyircileri büyülüyor, kendi kuşağının en büyük artistik buz pateni yıldızlarından biri olarak alkışların ve hayran bakışların merkezinde duruyordu. Sanki yalnızca buzun üzerinde yaşamak için doğmuş gibiydi.
Ama kader, ona bambaşka ve hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yol hazırlamıştı.
2000 yılında Elena, kalbinde kocası ve aynı zamanda antrenörü olan Nikolay Svitov’a duyduğu büyük sevgiyle ve daha da büyük bir hayalle ülkesinden ayrıldı. O hayal, artistik buz pateni neredeyse hiç tanımayan bir ülkeye, Meksika’ya taşımaktı.
Monterrey’de küçük bir akademi kurdular. Çocuklar, Elena’nın büyüleyici adımlarıyla buzun sihrini ilk kez keşfediyordu. Çift, bölgede neredeyse yok sayılan bir spora yeni bir kapı aralamayı başarmıştı.
Fakat hayaller, ne kadar parlak olursa olsun, bir anda tuzla buz olabilir.
Birkaç yıl sonra akademi kapandı. Ardından, 2006’da yüreğini hançerleyen acı bir boşanma geldi. Hüznün gölgesi yavaş yavaş Elena’nın yüzüne sinmeye başladı, dünyası çatırdamaya doğru gidiyordu.
Ve 2010’da en yıkıcı haber geldi: “Paranoid şizofreni” teşhisi.
Hastalık zihnini kuşattı, düşüncelerini paramparça etti, buz üzerindeki o eşsiz dengesini elinden aldı. Artık herkesin tanıdığı şampiyon değil, kendi içindeki amansız bir canavarla savaşan bir kadındı.
Hayatı kökten değişmişti.
Ne ışıklar altında ne de buz pistlerinde yaşıyordu artık. Onu Jalisco eyaletinin Tepatitlán sokaklarında, önünde paslı bir alışveriş arabasıyla yürürken görmek mümkündü. Arabasında, yıkılmış dünyasının kırıntıları: birkaç eşya ve tek tesellisi olmuş küçük hayvanlar…
Mahalleli onu iyi tanıyor. Her gün dağınık saçlarıyla, bakışları başka bir evrene dalmış halde yürüdüğünü görüyorlar. Bazen Rusça, bazen İngilizce konuşuyor; ama çoğu insan onu anlamıyor. Yardım eli uzatan çok oldu, fakat o çoğunu geri çevirdi: ya dilin duvarına çarptı ya da hastalığın kök saldığı derin korkularına.
Böylece Elena’nın hikâyesi, bir peri masalı gibi başlayan buz üzerindeki yolculuktan sokaklarda unutulmuş bir hayata dönüştü.
Podyumların ve alkışların zirvesinden, soğuk kaldırımların ve paslı bir arabanın sessizliğine…
Görkemli bir şöhret ışığından, hastalığın ve yalnızlığın zifiri karanlığına.
Onun hikâyesi yalnızca kişisel bir trajedi değil, hepimize acı bir hatırlatmadır:
Şöhret bir gün sönebilir, ruh sağlığı en kıymetli hazinedir ve zafer ile çöküş arasındaki çizgi bazen akıl almaz derecede ince olabilir.
Bu hikâye, buzun üzerine düşen donmuş bir gözyaşı gibidir:
İnsanın kırılganlığını, hayatın bir anda nasıl tersine dönebileceğini ve en büyük şampiyonların bile dayanılmaz bir acıyla yüzleşebileceğini gösteren bir ders.
Gazeta news gazete newspapers newspaper Mehmet Ali Arslan.